10 Ocak 2014 Cuma

BEREKETLİ TOPRAKLARDA ZEYTİN HASATININ ÖYKÜSÜ























"Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?"

SOFRALARIMIZIN SİYAH İNCİSİ
Yazı ve Fotoğraflar : Atakan ATASOY

Fonda bir ressamın özenli fırça darbelerinden çıkmış bir tablo gibi gözlerinizin önüne serilen masmavi İznik Gölü ve yeşilin, gölün eteklerine kadar uzandığı zeytin bahçeleriyle, Bursa’nın Orhangazi ilçesine bağlı Sölöz Beldesindeyiz.

İstanbul’dan hareketle, feribot ulaşımı dahil olmak üzere yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra önce Bursa yolu üzerinde bulunan Orhangazi’ye ve oradan da solunuzda kalan İznik Gölü’nü takip ederek Sölöz’e ulaşabilirsiniz.

Zaman hasat zamanı. Zeytinler olgunlaşmış, iyiden iyiye kararmış dallarda. Kahvehaneler uzak yollardan hatta Ege Bölgesinden gelen sezonluk işçilerle dolup taşmış, neredeyse oturacak yer yok masalarda. Hasat, mevsim şartlarına göre Kasım-Şubat aylarını kapsıyor bölgede. Köy merkezinin göle uzaklığı 3 km. ancak arada kalan bu mesafe köylünün tarımda kullandığı zeytin bahçeleriyle kaplı.






























ZEYTİN GÖZLÜM SANA MEYLİM NEDENDİR?

Güzel bir günde horoz sesleriyle uyanıyor ve tarlaya gitmek üzere hazırlanıyoruz gün doğarken. Kısa bir kahvaltının ardından kadını erkeği, genci yaşlısı 12 kişilik bir ekiple traktörün arkasındaki yerimizi alıyor ve düşüyoruz yollara. Köyün göle doğru ilerleyen toprak yollarında bir yanımızda deli gibi bizden önce göle ulaşmak çabasında olan derenin heyecanı, diğer yanımızda alabildiğince uzayıp giden zeytin tarlaları ağır ağır ilerliyoruz. 15 dakikalık bir traktör yolculuğunun ardından zeytin toplayacağımız tarlaya geliyoruz. Önce 40 basamaklı, kavak ağacından yapılma merdivenler indiriliyor ve ardından herkes beline bağlayacağı örgü sepetleri, seleleri alıp dağılıyoruz ağaçların arasında. Kimi dip denen, yere dökülmüş zeytinleri toplarken kimi de merdivenler yardımıyla uzandığı yüksek dallardan Marmara’nın eşsiz lezzetiyle ünlü sofralık zeytinlerini toplamaya başlıyorlar. Çoğu kişinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini zannettiği yeşil ve siyah zeytinleri birbiri ardına belimizdeki sepetlere dolduruyoruz tek tek. Bunlar daha sonra makinelerde ebatlarına göre ayrılacak, ardından rengine göre yeşil zeytin veya sofralık sele zeytini, fıçı (salamura) zeytini olmak üzere belirlenecek. En küçük boyda olanlar ise zeytinyağı üretimi için ayrılacak ve yağ fabrikasına götürülecekler.  Bölgede zeytinden alınan verim iklim şartlarına göre değişiklik gösteriyor. Böyle olunca her yıl elde edilen ürün miktarı ve kalitesi farlılıklar gösteriyor. Ama zeytin toplama yöntemine bakıldığında görüyoruz ki, Akdeniz ve Ege bölgelerinde kullanılan sırıkla toplama ve silkme yöntemleri burada uygulanmıyor. Bu da ağaçların zarar görmesini, kırılmasını tabiri caizse küsmesini engellemiş oluyor. Kadını erkeğiyle herkes her bir zeytin tanesini tek tek dalından özenle ayırıp dolduruyor sepetine.

Aslında kimsenin acelesi yok. Kimi ağaç dibinde, kimi dalların üzerinde kah sohbetlerini sürdürüyor kah yanık yanık türküler söylüyor kah neşelenip karşı bahçeleri çınlatıyorlar şarkılarıyla. Köylünün o en saf en güzel işbirliği içerisinde, dolan sepetler ağaçlardan indirilerek traktörün arkasındaki büyük selelere yerleştiriliyor. Biz de onların dilinden dökülen şarkılara eşlik ediyoruz zeytin toplarken.

ÖNDE ZEYTİN AĞAÇLARI ARKASINDA YAR...

39bin yıldan beri insanoğluna meyvelerini sunan zeytin ağacı; bereketin, barışın sembolü olarak tarihte sürekli karşımıza çıkar; bazen bir romanda, bazen bir kuşun gagasında. Kimi zaman da altından bir süs eşyasıdır yaprakları bir kraliçenin tacında. Merdivenin en yüksek basamağında dallara uzanan delikanlının elleri arasında düğün parası belki de, dilindeki şarkı gibi... ‘önde zeytin ağaçları arkasında yar, yar seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar...’

Güneş tam tepemize ulaşmışken yemek molası verip tarlanın dere tarafında seleler ters çevrilerek yapılan masanın etrafında toplanıyoruz. Soframızda domates, biber, peynir, acı salça, köy ekmeği ama ille de zeytin var. Fazlasıyla sade ama öylesine tatlı ki yiyeceklerimiz. Belki de bize öyle geliyor. Zeytin dallarının uzandığı soframızda köy ekmeğine sürdüğümüz zeytin ezmesi başka bir tat taşıyor bugün sanki. Yemeğimizin ardından derenin serin sularında ellerimizi yüzümüzü yıkayarak tekrar işe koyuluyoruz. Kaldığımız yerden ve aynı heyecanla zeytin toplama işini sürdürüyoruz. Güneşin dağların ardına doğru saklanmaya başlamasıyla anlıyoruz vaktin ne kadar çabuk geçtiğini. Bugünlük tarladaki işimiz bitti. Ama devamı var. Güneşin batışı, işlerin bitişi demek değil Sölöz’de. Toplanan zeytinler eve götürülüp makinede önce tanelerine sonra da yeşili, kızılı, siyahıyla, rengine göre ayrılacak nasırlı ellerde.

Yıllar önce, toplanan tüm zeytin yine imece usulü evlerin avlularında tek tek elde ayrılırdı. Daha sonraları kullanılmaya başlanan zeytin ayırma makinesi işi öyle hafifletti ki, günün yorgunluğunun üzerine bu ayırma işlemine iş gözüyle bakmıyoruz neredeyse. Yine de iş renk ayrımına gelince gözlerimiz dikkat kesiliyor. Neredeyse gece yarısına kadar süren ayırma işleminden sonra ertesi sabah yağhaneye götürülecek olan zeytinleri aracımıza yüklüyor ve odalarımıza çekiliyoruz.

VE ERTESİ GÜN

Sofralarımızın siyah incisi zeytin, lezzet ve sağlık kaynağı zeytinyağına dönüşmek üzere yağhanede sırasını bekliyor. Ellerimizle dalından tek tek topladığımız zeytinler önce yıkama makinesine alınıyor yağhanemizde. Oldukça temiz bir ortamda ve dikkatli gözler arasında bir saati aşan bir süre sonunda musluktan altın sarısı yağımız akmaya başlıyor. İlk önce dudak bükebilirsiniz akan yoğun sıvıya. Ancak işlem henüz bitmedi. İkinci bir rafine işlemi için kazana geri dönüyor yağımız. Ve sonrasında biraz daha bekledikten sonra tenekelere ince ince akmaya başlıyor zeytinyağı. Bu kez daha bir sarı, daha bir güzel, daha bir duru. Orada olup taze yağ kokusunu duymanızı isterim. Hani bir parça kızarmış ekmek olsa yanınızda, yağa batırıp yiyeceğinizden eminim.

Gelecekte nerede görürüz bu çapta yağ fabrikalarını diye düşünmüyoruz. Çünkü Bursa’da köylünün bu geleneği, zeytin ağaçları meyve verdiği sürece devam edecek muhakkak. Hele ki sofralarımızın siyah incisi zeytin ve zeytinyağı, sağlığımız için bu denli önemli iken.

Sadece sağlık değil zeytinin ve zeytinyağının faydalarını sayarken söyleyeceklerimiz. Zeytinyağının bilinen onlarca faydasına ilave olarak, köyde saçımızı yıkarken kullandığımız ev yapımı sabunların hammaddesi de bu yağ. yağhanede kullanılan yakıt da yine aynı zeytinin hamurundan sonra kalan küspesi. Yapraklarının özellikle aktarlarda ilaç niyetine kullanılmak üzere kilo kilo satıldığını görebilirsiniz. Ama ille de gölgesi... bence en güzeli bu. Ayaklarınızı uzatıp sırtınızı dayadığınız zeytin ağacının gölgesinde karşınızda İznik Gölü, başınızda sığırcık kuşları, aklınızda hiç gitmeme düşüncesiyle öylece kalmak. Kalabilmek ne güzel. Ancak bizleri ve Sölöz’ü iş bekliyor. Hasat devam ediyor henüz. Yarın, ertesi gün, ertesi hafta, başka bir zeytin bahçesinde tekrar bir araya gelinecek. Tekrar traktörlere doluşup tarlalara doğru yola düşülecek. Ana-babalarımızın, dedelerimizin diktiği fidanların bugün büyümüş gölgelerinde zeytinli ekmeklerimizi yiyeceğiz hep birlikte...

Sonuç cümlesi mi? Hayır sonuç cümlesi yok bu yazıda. Çünkü her yerde olduğu gibi Sölöz’de de hayat her şeye rağmen devam ediyor. Çünkü Sölöz’de hasat devam ediyor. – Atakan Atasoy

BEREKETLİ TOPRAKLARDA ZEYTİN HASATININ ÖYKÜSÜ

"Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?" SOFRALARIMIZIN SİYAH İNCİSİ Yazı ve Fotoğraflar : Atakan ATASOY Fonda bir ressamın ...