23 Mayıs 2016 Pazartesi

AYA NİKOLA MANASTIRI - Aya Nikola Monastery - St. Nicholas Monastery

Roma İmparatoru Neron











İmparator Nerondan, Osmanlının av partilerine ev sahipliği yapmış bir kentin şimdilik son ziyaretçileriyiz.
Antik çağlardan beri yerleşimin olduğu Kıyıköy'de, 9. yy'da Bizanslıların kayaları oyarak yaptıkları Aya Nikola Manastırı, yonca planlı şapel, tek nefli büyük planlı kilise ve antik kent surlarının bir kısmı ulaşmıştır günümüze. 
Tarihte bilinen ilk adı  Salmydessos olan Kıyıköy, milattan önce 400'lü yıllarda Helenler tarafından bal yiyenlerin yurdu, darı yiyenlerin yurdu diye anılırmış. Bu tarihten yaklaşık 100 yıl sonra Lidyalılar tarafından kurulan şehir, Trak, İskit, Pers, Med ve Ceneviz kolonileri başta olmak üzere pekçok medeniyete yurt olmuş. Osmanlının av partilerinde dinlenme yeri olarak kullandığı Kıyıköy, Roma imparatoru Neron tarafından da aynı amaçla kullanılmış. Rus, Bulgar ve Yunan işgaline uğrayan Kıyıköy'e, son olarak Selanik'ten gelen Türkler yerleşmişler. 

Bilinen en eski taş oyma manastır

Jüstinyen dönemine rastlayan 6. yüzyılda (milattan sonra 527-565) Bizanslılar tarafından yapılan Aya Nikola, kaya manastırlarının en iyi örneklerinden olduğu gibi bilinen en eski taş oyma manastır olma özelliği de var. Manastırın zemin katı kilise, bodrum katı ise ayazma olarak tasarlanmış ve kullanılmış. Dışarıdan da girişleri olan yan bölümler ise keşişlerin dinlenme, ihtiyaç odaları olarak kullanılmış. 
Manastır, günümüze ulaşan sağlam yapısıyla hergün yeni konuklarını ağırlamaya devam ediyor. Manastıra ait detaylı bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://www.kiyikoy.gen.tr/kiyikoy-manastiri
Bana düşen bu güzellikleri gezmek, izlenimlerimi aktarmak, fotoğraflamak ve sizlerle paylaşmak.
Duvarlar ziyaretçiler tarafından
tahrip edilmiş ve neredeyse her
yere yazı ve tarihler kazınmış
Merak edenler için, "nasıl gidilir?" sorusunun yanıtı kısaca şöyle; İstanbul yönünden otoban üzerinden yola çıktığınızda, otobanı terkedeceğiniz çıkış noktasının adı Çerkezköy gişeleri. Gişelerden çıktıktan sonra takip edeceğiniz Çerkezköy sonrası ilk güzergah "Kapaklı" yönü. Seyahatiniz boyunca yolda kararsız kalıp şaşıracağınız tek tabela "Çerkezköy organize sanayi bölgesi" yazan tabela olacak. Bu tabela sizi sağa yönlendirmeye çalışıyorsa da aldırmadan bu yola sapmadan düz devam ettiğinizde asıl Çerkezköy'e gelmiş olacak ve şehir merkezine girmeden kıyısından yolunuza devam edeceksiniz. uzun bir süre karşınıza çıkan tabelalarda Kapaklı'yı yönünüz olarak takip edeceksiniz. Ardından "Büyükyoncalı" üzerinden meşhur "Saray" ilçesine gireceksiniz ve Saray çıkışına doğru Kıyıköy tabelası sizi soldaki yola yönlendirecek. Bu güzergahı takip ederek, önce "Güngörmez", ardından da "Bahçeköy"ü ardınızda bırakarak nihayetinde Kıyıköy'e ulaşmış olacaksınız. (İstanbul Haramidere gişelerden otobana girerek gittiğimiz yol 2 saat sürdü) İstanbul'un Anadolu'ya yakın ilçelerinden gidecekler için trafiği de gözönünde bulundurursak, yol
Kilise olarak kullanılan bölümde duvarların tavanla
buluştuğu bölümlerde yeralan hayvan kafası olduğunu
tahmin ettiğim bölümler tahrip edilmiş ve her biri
yerinden sökülerek alınmış ne yazık ki.
yaklaşık 3-3,5 saat sürecektir. Anlayacağınız, günübirlik bir doğa kaçamağı planlamak için pek uygun sayılmaz. Bu nedenle mutlaka en az 1 gece konaklamayı planlayarak yola çıkılmasında fayda var. Yol uzun, ama alabildiğine yeşil ve güzel. Yer yer inişler, çıkışlar, virajlar var elbet. Bu yüzden yorgun yola çıkmamakta fayda var. Canınız çekerse yollarda karşınıza çıkacak çok sayıdaki Trabzon ekmek fırınının birinden ekmek alabilirsiniz. Nerede olursa olsun ekmeği güzel yapıyorlar. Yol için yanınıza yolluk alın elbet ama fazlası için nihai durağınızda herşey mevcut. Kıyıköy'de konaklayabileceğiniz pansiyon ve oteller mevcut. görüştüğümüz pansiyon sahibi genç bir çiftten aldığımız fiyatlar da bir hayli uygun geldi. Örneğin
Bizans işçiliğinin izlerinin görülebildiği
yağmalanmamış tek sütun başı
sadece konaklamak için tek odanın fiyatı (kişi sayısı önemsiz) 80 lira. Eğer 2 oda kiralamak istiyorsanız -ki bu seçenekte, size ait yemeğinizi yapabileceğiniz bir mutfak da sunuluyor- ödeyeceğiniz toplam ücret 150 lira. 4 kişilik bir grup ya da aile olduğunuzu düşünürseniz kişi başı 35 liraya konaklama şansınız var demek oluyor bu da. (Mayıs 2016)
kilise bölümünün sağında yeralan giriş koridoru
 
sağ giriş koridorunun içeriden görünümü


Keşişlerin dinlenme hücreleri (üstteki kapıdan görünen) ve mezar olarak kullanılan alan

Yöre halkı ücret talep etmeden, gönülü olarak manastırı hem koruyor hem de gelenleri Trakyaya ait müzikleriye karşılayıp ayrıca çevre ve manastır konusunda bilgilendiriyorlar. Bunun dışında manastır korunma bakımından kaderine terkedilmiş. İyi ki bu güzel insanlar var. 

Dışarıdan ayrı ve yüksek girişi olan bu bölümün sol tarafından mezar ve dinlenme bölümlerine geçiş sağlanıyor.


fotoğrafta ortada görülen 3 bölmeli ana kilise bölümünün sağından ve solunda yer alan 2 büyük giriş içeride arka bölümlere ulaşıyor ve aynı zamanda tek koridorda birleşiyorlar. 

KIYIKÖY SAHİL VE KOYLARI - DOĞAYA KAÇIŞ NOKTASI



Kıyıköy kumsalına bir de aşıklar tepesinden bakın.
Bembeyaz kumlar, gözün alabildiğine uzanan sahil diyerek başlamak rüya gibi bir güzelliği anlatan ifadeler içinde ilk akla gelenler olsa da gerçeğin gözüyle baktığınızda aslında beyaz değil ama bir o kadar güzel ve gözü yormayan bej rengi muhteşem bir kumsal, her ne kadar büyük olsa da sonsuz diye nitelendiremeyeceğiniz bir o kadar güzel ve geniş bir kumsala evsahipliği ediyor Kıyıköy. pek çok kişi Kıyıköy neresi, nerede, nasıl bir yer bilmese de yine de eminim ki bilenlerin sayısı bilmeyenlerden çok daha fazladır. Özellikle gezmeyi, keşfetmeyi, doğayla sevişmeyi bilenler ve sevenler için yeri ayrı bir güzellik Kıyıköy. Temiz, bozulmamış, sıcak insanların kenti. Kent dediğime bakmayın siz yine de çünkü Kıyıköy Tekirdağ'a yakın ancak 90 km. ilerisinde yeralan Kırklareli şehrine bağlı bir belde. Hem bağlı olduğu merkeze uzaklığı, hem de tek başına özel bir yer olması nedeniyle bana göre her ne kadar aslında bildiğimiz köy havasında olsa da bağımsız bir yerleşim alanı olmayı hakediyor. Elbette bu demek değil ki illa başında bir kaymakam bir vali olsun. olmasın da zaten.
Kıyıköy'ü, Kıyıköy'de yaşayanlar bayağı bir sahiplenmiş, korumuş, sevmişler çünkü. Yeterli olmuş mu derseniz bunun tek bir yanıtı var ki, o da; olmamış. Gelenden gidenden bıkmamış, yorulmamış olduğunu gösteriyor Kıyıköy gezdiğiniz her noktasında. Sokaklar temiz, insanlar güleryüzlü ve iyiniyetli. Bu inanın herkesin herkesi kandırmaya çalıştığı ve karşılıklı alışık olunan turistik yerlere özgü olumsuzluklara burada rastlamanız biraz zor. Kimse size yerli de olsanız turist muamelesi yapmıyor. Evinizde hissini kaybetmiyorsunuz gezerken. Trakyalılara has güzelim, insanı sarıveren şiveleriyle kime ne sorsanız güleryüzleriyle yanıtlıyorlar. Yormuyorlar, bıktırmıyorlar. En basitinden ücretli tuvaletlerden birini mi kullandınız; "hadi beya bu da benden olsun" deyip şaşırtıyorlar sizi.



Merak edenler için, "nasıl gidilir?" sorusunun yanıtı kısaca şöyle; İstanbul yönünden otoban üzerinden yola çıktığınızda, otobanı terkedeceğiniz çıkış noktasının adı Çerkezköy gişeleri. Gişelerden çıktıktan sonra takip edeceğiniz Çerkezköy sonrası ilk güzergah "Kapaklı" yönü. Seyahatiniz boyunca yolda kararsız kalıp şaşıracağınız tek tabela "Çerkezköy organize sanayi bölgesi" yazan tabela olacak. Bu tabela sizi sağa yönlendirmeye çalışıyorsa da aldırmadan bu yola sapmadan düz devam ettiğinizde asıl Çerkezköy'e gelmiş olacak ve şehir merkezine girmeden kıyısından yolunuza devam edeceksiniz. uzun bir süre karşınıza çıkan tabelalarda Kapaklı'yı yönünüz olarak takip edeceksiniz. Ardından "Büyükyoncalı" üzerinden meşhur "Saray" ilçesine gireceksiniz
Kıyıköy girişinde sağ tarafta 25 metre yükseklikte yeralan Kıyıköy mağarası
yarasalar dışında kırmızı ve kahverengi kelebeklere evsahipliği yapıyor.
ve Saray çıkışına doğru Kıyıköy tabelası sizi soldaki yola yönlendirecek. Bu güzergahı takip ederek, önce "Güngörmez", ardından da "Bahçeköy"ü ardınızda bırakarak nihayetinde Kıyıköy'e ulaşmış olacaksınız. (İstanbul Haramidere gişelerden otobana girerek gittiğimiz yol 2 saat sürdü) İstanbul'un Anadolu'ya yakın ilçelerinden gidecekler için trafiği de gözönünde bulundurursak, yol yaklaşık 3-3,5 saat sürecektir. Anlayacağınız, günübirlik bir doğa kaçamağı planlamak için pek uygun sayılmaz. Bu nedenle mutlaka en az 1 gece konaklamayı planlayarak yola çıkılmasında fayda var. Yol uzun, ama alabildiğine yeşil ve güzel. Yer yer inişler, çıkışlar, virajlar var elbet. Bu yüzden yorgun yola çıkmamakta fayda var. 


Canınız çekerse yollarda karşınıza çıkacak çok sayıdaki Trabzon ekmek fırınının birinden ekmek alabilirsiniz. Nerede olursa olsun ekmeği güzel yapıyorlar. Yol için yanınıza yolluk alın elbet ama fazlası için nihai durağınızda herşey mevcut. Kıyıköy'de konaklayabileceğiniz pansiyon ve oteller mevcut. görüştüğümüz pansiyon sahibi genç bir çiftten aldığımız fiyatlar da bir hayli uygun geldi. Örneğin sadece konaklamak için tek odanın fiyatı (kişi sayısı önemsiz) 80 lira. Eğer 2 oda kiralamak istiyorsanız -ki bu seçenekte, size ait yemeğinizi yapabileceğiniz bir mutfak da sunuluyor- ödeyeceğiniz toplam ücret 150 lira. 4 kişilik bir grup ya da aile olduğunuzu düşünürseniz kişi başı 35 liraya konaklama şansınız var demek oluyor bu da. (Mayıs 2016)


 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı tatilinde ziyaret ettiğimiz beldenin yolları da sahili de oldukça tenha idi. Metropolitan diye tabir ettiğimiz belli başlı büyük şehirlere uzaklığı nedeniyle olacak ki henüz araç ve insan trafiği etkilememiş Kıyıköy'ü yine de bilen biliyor, bilen geliyor diyebileceğimiz bir ziyaretçi sayısının varlığını da belirtmek gerek. Beldeye girerken solda ve girer girmez sağda, yiyecek içecek temin edebileceğiniz 2 ayrı alış veriş dükkanı var. Girişten itibaren yol sola Kırklareli, sağa belde merkezi ve hemen karşınızda heyecanla kavuşmayı beklediğiniz sahile olmak üzere 3 kola ayrılıyor. Kırklareli yönü İl merkezine doğru uzanan 90 kilometrelik uzun bir orman yolu. Yol üzerinde küçük küçük köyler mevcut. Yeşili görünce durup havayı koklamak, piknik yapmak ya da mola vermek isteyebilirsiniz. Ama yol kenarındaki yaban domuzu çıkabilir tabelaları, bir aracın ezdiği oldukça büyük bir yılan ölüsü ve sinyali zayıf cep telefonları nedeniyle biz bunu tercih etmedik. :) Beldi girişinin sağına döndüğünüzde Bizans dönemine ait, Jüstinyen tarafından yaptırılan 6. yüzyıla ait kalenin bend kapılarından birinin altından geçerek merkeze geliyorsunuz. Burada tipik küçük şirin dükkanlar, evler, bolca kahvehane ve bolca yöre sakini, sakin bir şekilde dinleniyor, sohbet ediyor, gelen giden ziyaretçileri izliyor, yol sorana tarif ediyorlar. Gerçi limanı sorduğumuz 3 ayrı kişi 3 ayrı yol tarif ederek bizi şaşırttılar ve limanı göremeden döndük ama siz yine de sorun derim. Kıyıköy öyle kaybolunacak kadar büyük bir yer değil.
Beldenin Kırklareli yönündeki çirkin yapılaşmayı İstanbul
yönünden gelenler pek göremiyorlar. İyi ki de göremiyorlar.
Bu arada belde merkezindeki esnafı da unutmamak gerek. alışveriş için ilk girişteki dükkanlar tek seçeneğiniz değil. İhtiyacınız olan herşey merkezde de var. Merkez dediysek; girişten yürüme mesafesi kadar yakın bir yer. Ne yazık ki Beldenin bu bölümünde fotoğraf çekmeyi unuttuğumu ancak döndüğümde farkedebildim. Büyülenmek deniyor sanırım buna. İnternet ortamında araştırdığınızda ya da bir dosttan duyduğunuzda size anlatılanlar, karşınıza çıkan görseller arasında en dikkat çekici olanı elbette Kıyıköy'ün sahili, kumsalı. İşte bu kumsala da beldeye girer girmez sol ve hemen ardından ilk sağa gireceğiniz yoldan ulaşacaksınız. Bu yol da size 2 seçenek sunacak. Ya soldan devam ederek Ayanikola Manastırını gezecek ve geçmişi soluyacaksınız,
Kıyıköy Ayanikola Kilisesi
ya da sağdan gidecek ve kendinizi kumsala, denizin kollarına bırakacaksınız. Biz önceliği Ayanikola'ya verdik ve sonrasında kumsala uzandık. Tercih sizin ama kiliseyi gün ışığında gezmenizde fayda var. Ayanikola Kilisesi ile ilgili fotoğraf ve görüşlerimi bir sonraki yazımda paylaşacağım.
Eşsiz güzellikteki kumsallara sahip koylar, denize uzanan büyük kayalarla, tepelerle ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmişler adeta. 
Beldenin adıyla bütünleşen ve bilinen en güzel yerlerinden biri olan sahiline inen sağdaki yolu takip ettiğinizde beklediğinin olağanüstü güzellikteki manzara sizi karşılıyor ve biranda elinizden tuttuğu gibi çekiveriyor içine. Gezginler bilirler. Çoğu doğa güzelliği, hep insandan ve yerleşim birimlerinden uzaktadır. El değmemiştir, bizler tarafından kirletilmemiştir. Gizlidir. Bu nedenle böyle güzel yerlerin anlatıldığı yazılarda Saklı Cennet tanımlamasını sıkça okuruz. Kıyıköy'ün koy şeklinde uzanan kumsalının diğer kumsallardan bir farkı var. Yanyana birkaç koy var aslında ve bunlar birbirlerinden denize uzanan büyük kayalarla, tepelerle ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmişler adeta. Tırmanmayı ve uzun yürüyüşleri göze alabiliyorsanız eğer, bunları karadan aynı gün içerisinde de gezebilirsiniz. Ne yazık ki yolun uygun olmaması nedeniyle, köylülerin de size söyleyebileceği gibi diğer koylara araçla gitmek pek akıllıca olmayacaktır. Gidilmez demiyorum ama yolda aracınıza zarar vermeniz ve günü dağ yollarında aracınıza harcamanız ihtimaline karşılık bu koyları kıyı boyunca yürüyerek gezmeniz daha tercih edilebilir bir seçenek. 
Kıyıköy'ün kuzeyinden Pabuçdere, güneyinden ise Kazandere olarak bilinen iki büyük akarsu sularını Karadenize döküyorlar. Yöre halkının dere olarak bahsettiği her iki nehirde de suların akmıyor izlenimi verecek kadar sakin olması ziyaretçileri gün boyu buralara çekiyor. Kazandere ve Pabuçdere'de motorlu sandal, kayık ve deniz bisikletlerinden birini kiralayarak ayrı bir zaman geçirmeniz de mümkün.
Beldenin kuzeyinden karadenize ulaşan Pabuçdere'de
yapacağınız gezinti ruhunuzu dinlendirecektir
Fotoğraf çekmek hobinin biraz daha ötesinde bir uğraş ise sizin için deniz bisikletini tercih edin ama benim yaptığım gibi pedalları hızlı hızlı çekmenin artı bir faydası olmadığını da bilin :) yavaş çevirmeyle hızlı çevirme arasındaki fark sadece sizin yorgunluğunuza yansıyor. Buradaki sloganınız "dere sakin, ben sakin" olmalı. :) 
Kıyıköy sahilinde yer alan koya indiğinizde aracınız için bir parkyeri, plaj kabinleri ve tuvaletler mevcut. İnişte sizi ilk olarak kumsala arka taraftan sınır çizen ve karadan ayıran Pabuçdere karşılıyor. Dere üzerinde fotoğrafçılar için de ayrı bir güzellik oluşturan ahşap bir köprü var. Köprü yardımıyla salaş bir sahil lokantasına ve az ilerisinde yer alan kamp alanına ulaşabilirsiniz. Kamp alanına ulaşmanın alternatif yolu ise kumsalın kuzey noktasında yeralan ve kendinizi ip yardımıyla karşıya çekerek kıyıya ilerlediğiniz sal. Karşıya geçmeseniz de en azından sal üzerinde güzel fotoğraflar çekebileceğinizi hatırlatalım. 
Sahilin hemen başında aracınız için bir otopark var. Otoparka ulaştığınızda sizi sıcaklığıyla karşılayan köylü delikanlıya aracınızı emanet edebilirsiniz. Otopark ile sahilin arasında yeralan barakada çay ve tost gibi atıştırmalıklar mevcut. Biz kumsala inmeden önce tepeden keşif yapmak üzere ilk olarak otoparktan başlayıp yukarıya doğru uzanan ama insanı yormayan merdivenli yolu kullanarak, aşıklar tepesi diye adlandırılan tepeye çıktık. Buradan denizi, kumsalı, diğer koyları, dereyi, kamp alanını, hatta tepelerde sürüsünü otlatan çobana kadar tüm manzarayı tek bir noktadan görüp izlemeniz mümkün. 

Aşıklar tepesinden beldeniz kuzeyinde yeralan güzelliklerin büyük bir kısmını tek bir karede izlemeniz mümkün.
Kumsal genel itibariyle temiz ve güzel korunmuş. Etrafta bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda pet şişe atığı (diğer adıyla insan çöpü) gördük diyebilirim. Onları da gezerken yerden alıp çöpe kadar ulaştıracak duyarlı insanlar olduğu sürece bertaraf etmek olası elbet. 
Sahilde temel ihtiyaçlarınız karşılayacak şeyler mevcut. Eksik olan tek şey konfor. Mesela güneşlenmek ya da denize girmek istiyorsanız şezlong, şemsiye, havlunuzu yanınızda getirmelisiniz. Baraka benzeri salaş lokantalar karnınızı doyurmak için alternatifsiz seçeneğiniz olacak. Çadırımı alır 2 gün kamp alanında kalırım derseniz de kamp alanında hizmet sunan bölümlerin durumu uzaktan bakıldığında bile içler acısı. Açıkcası tam bir "bağlasan durmam" yeri ve bu doğa güzelliğinin içinde değerlendirdiğinizde tam bir görüntü kirliliği Kıyıköy kamp alanı. İstanbul'un Eyüp ilçesinde yeralan Pierre Loti kahvehanesini bilirsiniz. Mezarlık içerisinde yeralmasına rağmen bu kahvehanenin bir karakteri vardır. Mezarlıkta çay içmenin mantığını hiç bir zaman anlamamış ve kabul edememiş olmama rağmen, Kıyıköy kamp alanında verilen köy kahvaltısını yemek mi mezarlıkta çay içmek mi derseniz tercihim -başka seçenek yoksa- kesinlikle mezarlıkta çay içmek olacaktır. Doğaya dönüş dedikleri kesinlikle böyle olmamalı. Burası yerli ve yabancı turistin uğrak yerlerinden biri. Haliyle bir kazanç kapısı. Ama kazanmasın karşılığında verilen hizmet ve sunulan görsellik evden çıkma eski eşyalar, brandalarla sarılan derme çatma kulübeler ve benzeri gereksiz şeyler olmamalı. Kazanıyorsanız karşılığını da en temiz ve görsel anlamda güzel, hoş bir görüntüyle sunmalısınız. Koyun ve çevresinin koruma altında olan yer olma özelliğinden dolayı burada beton bir yapılaşmaya izin verilmeyeceği düşünülebilir, zaten betona genel olarak karşıyız ama yine de ahşap malzemelerle masalar, koltuklar, sandalyeler, doğada sırıtmayacak baraka ve kulübelerle ortak kullanıma açık alanlar ve yeme içme hizmeti sunan bölümlerin güzelleştirilmesi işten bile değil. 
Kıyıköyün doğal güzelliği içerinde yeralan kamp alanı derme çatma barakalarıyla tam bir görüntü kirliliği teşkil ediyor




Kıyıköy kumsalı denizi, güneşi, doğası ve diğer görselliğiyle insana huzuru yaşatan sessiz ve son derece güzel bir ortam. koyun geriye uzanan kumluğu özgürlüğünüzü yaşatıyor. kumlarda çıplak ayakla gezmek için denize bağımlı değilsiniz burada. Ön tarafta deniz, Arka tarafta Pabuçdere ile çevrili olan alanda hem tuzlu suyun hem de tatlı suyun keyfini çıkarmak mümkün. Ancak Nehir tarafında suya girmemeniz gerektiğini hatırlatalım.

Nehir yatakları özellikle denize açılan ağızlarında her zaman rastlanan ani derinlikler, içine çeken gözle göremeyeceğiniz akıntılar nedeniyle her ne kadar durgun su gibi görünse de aslında oldukça tehlikeli sulardır. Karadeniz, kıyısında serinlemek, oynayıp vakit geçirmek, kumunda uzanıp güneşlenmek, dinlenip, rahatlamak için her zaman size kucağını açar. Ama açılıp yüzmek konusu açıldığında karadenizin ünü -mağlum- pek de iyi değildir. Bu güzel koy ve kumsalına dair anlatacaklarım bu kadar, geriye kalanı sizin hayal gücünüz ya da orada ne yaşadığınız veya yaşayacağınızla ilgili size ait hatıralar ve detaylardan ibaret. Tavsiye eder misin sorusunun yanıtı ise; "şimdiye kadar gitmediğiniz hata"dır. İstanbul'dan kaçış noktası diye anlatılan belli başla yerler arasında kalan Riva'nın bile -aradaki konfor farkını saymazsak- Kıyıköy yanında sönük kalacağını söyleyebilirim. - Atakan Atasoy (Mayıs 2016)
Kıyıköy Tarihi Hakkında Kısa Bir Bilgi: Antik çağlardan beri yerleşimin olduğu Kıyıköy'de, 9. yy'da Bizanslıların kayaları oyarak yaptıkları Aya Nikola Manastırı, yonca planlı şapel, tek nefli büyük planlı kilise ve antik kent surlarının bir kısmı ulaşmıştır günümüze. 
Tarihte bilinen ilk adı  Salmydessos olan Kıyıköy, milattan önce 400'lü yıllarda Helenler tarafından bal yiyenlerin yurdu, darı yiyenlerin yurdu diye anılırmış. Bu tarihten yaklaşık 100 yıl sonra Lidyalılar tarafından kurulan şehir, Trak, İskit, Pers, Med ve Ceneviz kolonileri başta olmak üzere pekçok medeniyete yurt olmuş. Osmanlının av partilerinde dinlenme yeri olarak kullandığı Kıyıköy, Roma imparatoru Neron tarafından da aynı amaçla kullanılmış. Rus, Bulgar ve Yunan işgaline uğrayan Kıyıköy'e, son olarak Selanik'ten gelen Türkler yerleşmişler. 

BEREKETLİ TOPRAKLARDA ZEYTİN HASATININ ÖYKÜSÜ

"Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?" SOFRALARIMIZIN SİYAH İNCİSİ Yazı ve Fotoğraflar : Atakan ATASOY Fonda bir ressamın ...