Sanat ve sanatçı kavramlarının
yerli yersiz bir şekilde kişiler ve üretiler için ayırt edici bir unsur olmadan
kullanıldığı bir ülkede yaşadığımızın hepimiz farkındayız biliyorum. Gel gör ki
içimizden birinin de bugüne dek kendini ortaya atıp, bunlardan birinin
karşısına geçtiğini ve kardeşim sen sanatçı değilsin, bu ürettiğin şey de sanat
değil dediğine şahit olmuşluğumuz da yoktur. Hal böyle olup da her verileni
kabullenip izlemeye devam ettiğimizden mütevellit, her gün traş olup kestiğimiz
ama ertesi gün yine ve yeniden derimizden ot misali bitiveren kıllar gibi
hergün bir sanat eseri, bir başka sanat değeri olduğu ileri sürülen kişilikler
hayatımıza giriveriyorlar.
Pazarlamanın önemli bir elemanı
olarak değerlendirebileceğimiz, çok çeşitliliğe sahip türlü mecralar kanalıyla
içimize işleyen bu üretimlerin onda dokuzunun gerçek sanatla uzaktan-yakından
bir alakası olmamasına rağmen; “bu sanattır” diye karşımıza çıkarılmasına
karşıyım asıl olarak. Kargaya yavrusu şahin görünür kabul. Ancak her sanat
yaptım diyeni ve sanatçıyım diyeni de tanıtım bedelini alıp cebine attıktan
sonra sana bana yutturmaya çalışması birilerinin, kabul edilir bir durum değil.
Sanat nedir, sanatçı nedir merak
eden açsın kitabı, ya da internette herhangi bir arama motoruna yazsın, okusun,
öğrensin. İlla bu söylediğimin üzerine sanat nedir öğrenme ihtiyacı duyuyor ve
verdiğim fikri değerlendiriyorsan lütfen yazının devamını okuma.
Bu fikirlerimi paylaşırken
aklımda özellikle televizyon kanallarında karşımıza çıkan medya maymunlarından birinin sanatçı olup olmadığı konusu yoktu. Magazin programlarından
aktarılan sanata değil takıntım. O konuyu geçtim. O apayrı bir dünya. Dumanlı
kafaların ürünü. Bahsetmeye çalıştığım, sergi salonlarını, ama öyle böyle
değil, örneğin İstanbul’un büyük ve önemli sergi salonlarını işgal eden, benim
ev dekorasyonunda salondaki aynanın üzerine koymak için kullanılabilecek bir
aksesuar olarak gördüğüm ancak sanatçısının (!) -"yılların özsel birikimini bu
eserlere aktardım. Bu benim ilk ve en önemli heykel sergim" dediği çalışmaları
örneğin. Ya da tuval üzerine serpiştirdiği renkler dışında içeriğinde bir anlam
olmayan ilkokul düzeyindeki resimlerinin ruhsal çatışmalarının dışavurumunu
yansıtan birer eser olduğu sözlerini sarfeden ressam (!). Ha bir de; bir herkül, bir venüs, bir tanrıça heykeli yapamamış olmanın verdiği eziklikle,
hiçbir anlam ifade etmeyen, gerçek ve hayal dünyamızda bile bir şey ifade
edemeyecek çirkinlikte, görsel kirlilik ve karmaşanın ötesine geçememiş
çalışmalarına “bununla sonsuzluğu, ölümsüzlüğü anlatmaya çalıştım” gibi şiirsel
tanımlamalar yakıştırırken yüzleri kızarmayanlar var. İnanın bunların yaptığı o
karmaşık ölümsüzlük eserlerini (!) küçükken hastalandığımızda babannemin eve
çağırdığı ve iki okuyup bir üfledikten sonra başımızdan aşağı kurşun döken ayşe
teyze bile sollayıp geçer. Kurşun döken Ayşe teyzenin elindeki kepçeden içinde
süpürge sapı ve ekmek tanelerinin olduğu soğuk su dolu kaba döktüğü sıcak
kurşunun suyla buluştuğu an mısır tanesi gibi patlayarak aldığı garip şekilleri
bile çok daha merakla ve hayretle izler, o şekillere anlam yüklemeye gayret
ederdim de yine de bir şeye benzetemezdim. Ama Ayşe teyze inatla o dağınık
yığının içinde bir farklı noktaları parmağıyla işaret ederek; “bak bu yürek.
Yüreği kabarmış bu çocuğun, sebebi bu kenarda duran göz. Nazara getirmiş
çocuğu” gibisinden teşhislerde bulunurdu. Tıpkı yaptığı abuk sabuk, karman
çorban nesneye –belki yuttururum- yüzsüzlüğüyle ölümsüzlük, sonsuzluk, ruhsal
yapım, dışavururum gibi anlamlar yüklemeye çalışan üretici gibi. Üretici
diyorum. Sanatçı diyemiyorum. Bir avm’nin dekoru olarak kullanılacak belki, ya
da bir zenginin evinin Fransızca "giriş" anlamı taşıyan antresinde konukları
şaşırtmaya ve karşılamaya yönelik bir obje bu üretilerin pek çoğu. Yani kişiye
özel dekoratif tasarımlar. Oysa sanat herkes içindir. Herkesin içinde farklı bir anlam
bulabileceği, herkesin izleyebileceği, paylaşabileceği, zamansız bir eserdir.
Fotoğraf temsili olup, bir belediyenin uluslararası taş heykel çalıştayının ürünlerindendir. |
Pahalı ya da popüler bir ürünün
çok kısa zamanda pazara düşen taklitlerini bilirsiniz. Yani bazı ürünleri
gördüğünüzde ya da satın alırken orijinal olup olmadığı şüphesi aklınızı
kurcalar. Bu bir çanta da olabilir, bir kol saati ya da bir makyaj malzemesi
de. Aslı ve taklidine ilişkin kafanızın içinde bir yargı vardır. Yani kısaca, bir
kıyafet, takı ya da benzeri ürünü alırken dahi sorgularsınız değil mi? Peki
sanat sözkonusu olduğunda neden hiçbirimizin aklına sorgulamak gelmiyor. Neden
konu sanat olunca şüphe duymuyor ve hemen kabulleniyoruz? Neden her önüne
gelenin kendini sanatçı olarak tanıtma ve kabul ettirme çabası karşısında nötr
kalıyoruz? Benim kabullenemediğim; hedefte olan kitlenin bir bireyi olarak bana
sorulmadan ve ben sorgulamadan; “Al! Bu sanat, bu da sanatçı” diye sunulması.
Sanat benim için, senin için, hepimiz için. Bırakın da sanat mı değil mi biz
karar verelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder